Şöyleki;
Ailemin yoğun istek ve ısrarı üzerine, Almanya’daki iş yerimi ve
gayrimenkullerimi devredip, 13.07.1999 tarihinde Türkiye’ye dönmüştüm.
Önce İstanbul’a geldim. Orada’kilerin işleri ile uğraşmaya başladım.

17 Ağustos 1999 depreminden dolayı tüm planlarım alt üst oldu.
İstanbul’daki işlerim uzadı.
Ne İstanbul’dakileri yalnız, nede başladığım işi yarıda bırakıp gitmek istemedim.
Eylül ayının sonlarına doğru İstanbul’daki işleri bitirdim.
Ekim ayının başlarında Kars’a gitmeye hazırlanırken analığım Lebise
İstanbul’daki Nefise yengeme telefon açıp,
Kars’a gelmememi, orada bir yerimin olmadığını söylemişti.

Önce anlamadım, anlayamadım.
Aileden birkaç insanla bu konu üzerinde görüştüm.
Onlarda pek bir şey anlamadılar. İnanamadılar.
Yanlış herhangi birşey yapmamak için, sakince düşünmem gerekiyordu.
Tekrar Almanya’ya geri döndüm.
Epeyce düşündüm ve aradan bir müddet geçtikten sonra Kars’a telefon açtım.
Konuştuklarımızı dinlemek için tıklayınız

***

Bu telefon görüşmesinden hemen sonra eve, yani Lebise’ye telefon açtım.
Telefon meşkul idi. Defalarca tekrarladım, hep meşkul.
Tekrar Tansel’e telefon açtım, orasıda meşkul.
Tansel’in eve telefon açtığını ve Lebise ile görüştüğünü tahmin ettim.
Hemen hemen bir saat boyunca bir Tansel’i, birde Lebise’yi aradım.
Nihayetinde Tansel’in telefonu çaldı. Ama ben kapatıp Lebise’yi aradım.
Orasıda çaldı…
İşte Lebise ile yaptığım görüşme:
Konuştuklarımızı dinlemek için tıklayınız

***

Birkaç saat sonra da babam ile görüşmek için tekrar eve telefon açtım.
İşte babamla konuştuklarımız:
Konuştuklarımızı dinlemek için tıklayınız

***

Sorunun kaynağının Tansel olduğundan artık hiç bir şüphem kalmamıştı.
Hemen ertesi gün Tansel’e telefon açtım.
Konuşmada kıvırtma kabiliyetine madalya verilse, Tansel mutlak Altın alırdı..
Buyurun siz karar verin:
Konuştuklarımızı dinlemek için tıklayınız

***

Tansel evdekilerle görüşüp beni arayacağını söylemişti. Ama ne gezer…
Aramayınca tekrar ben telefon açtım.
Konuştuklarımızı dinlemek için tıklayınız

***

Artık bu telefon konuşmalarını uzatmanın manası kalmamıştı.
Kars’a gidip babam, Lebise ve Tansel ile yüz yüze, göz göze konuşmak istedim.
Zaten onlara geleceğimide söylemiştim.
Uçak biletimi bile almıştım.
Ve tam o esnada bana Kars’tan bir telefon geldi.
Hemde hiç beklemediğim bir telefon…
Konuştuklarımızı dinlemek için tıklayınız

***

Lebise’nin İstanbul’a telefon açıp, benim Kars’ta yerimin olmadığını söyledikten
sonra ki yapılan konuşmalar bunlar.
Bunların haricinde kesinlikle başka bir konuşma olmadı.

Babam evde artık kukladan başka bir şey değildi.
Lebise yalnızca Tansel’in isteklerini uygulayan cahil bir cellat,
Tansel ise olaylara sinsice zemin hazırlayan, ağzından çıkanı kulakları duymayan, basit yalanlarıyla herkesi kandırabileceğini sanan bir yaratık.

Bu sorunun ana sebebinin yalnızca Tansel’in tüm mülkiyete sahiplenmek
olduğuna kuşkumun kalmamasına rağmen, yinede bu gerçeği ispat edebilmek
için elimde yeterli deliller yoktu.
Zaten bu esnada olayı bilenler yanlızca İstanbul’da kiler ve Tevhiddin idi.
Nefise’ye konuşmaları dinlettim. Çok üzülmüş ve şaşırmıştı.
Artık böyle bir abla ile hiçbir ilişkisinin olmayacağı konusunda,
kutsal olan herşey üzerine yemin etmişti.
Bu konuşmaları Tevhiddin’e dinletmedim, ama söyledim.
Aramızdaki samimiyet ve güvenden dolayı söylediklerime inanacağını sanmıştım.

Ayrıca ve özellikle şunu belirtmek veya tekrarlamak istiyorum.

Ben Almanya’da mağdur değildim, köprü altında yatmıyordum.
Tam aksine yanlızca kendi emeğimle başardığım çok iyi bir durumun vardı.
Ailemin ısrar ve isteği üzerine oradaki herşeyimi devretmiş ve Türkiye’ye gelmiştim.

Yaptığım son konuşmada babamın ağzından “evin bir tarafı senindir” cümlesi çıkmış olmasına rağmen, Lebise ise hala “gelin bölün, çekin gidin” diyordu. Zaten konu dönüp dolanıp Tevhiddin oluyordu.

Gidip sıcağı sıcağına yüzyüze konuşmanın yararlı olacağını sandığım için,
hemen bir uçak bileti alıp 8.Kasım.1999 da İstanbul’a geldim.
14. Kasım.1999 da uçakla İstanbul’dan Kars’a gittim.
Geleceğim günü önceden söylemiş olmama rağmen, hava alanında hiç kimse yoktu. Olabilir dedim. Belki de önemli başka bir iş araya girmiştir sandım.
Tansel’e telefon açtım. Benimle yaptığı görüşme yalnızca;

Gürsel: Merhaba ben Gürsel
Tansel: Merhaba
Gürsel: Ben geldim, Hava alanın dayım
Tansel: Evet… Bir saniye babama veriyorum.

Babam telefona geldi.
Ona da merhaba dedikten sonra Kars’ta, hava alanında olduğumu söyledim.
Cevabı özet olarak aynen şu idi…

Geldiysen geldin, hoş geldin, sefa geldin.
Benim yerim yok, yurdum yok.

Bende yanlızca “tamam” dedim ve babam telefonu kapadı.
Başka veya fazla bir konuşma olmadı.

Tabii ki çok şaşırmıştım. Duyduklarıma kendim dahi inanamıyordum.
Bir taksi ile arkadaşım kuyumcu Aziz Karadeniz’in yanına gittim.
Oradan tekrar babama telefon açtıp, tekrar görüşmeyi denedim.

Bana söyledikleri özet olarak;
– Benim yerim yok, yurdum yok
– Sana kim dedi ki gel
– Ben öyle birşey dememişim
– Tevhiddin
– Tevhiddin
– Tevhiddin
– Benim evim yok, yerim yok, yurdum yok.
ve telefon yine kapandı.

Ben yinede belki fikirlerini değiştirirler diye saat 18:00 kadar Aziz’in yanında bekledim.
Kars’ta olduğumu Babam, Lebise, Tansel, Nurten ve Taner bilmelerine rağmen,
bana o gün hiç kimse telefon açmadı.
Daha sonra ben bir otele gittim.
Ne o gece, nede ertesi gün arayan soran oldu.
Artık bu gerçeği başkalarından saklamanın bir manası kalmamıştı.
Daha ertesi gün akrabaların, tanıdıkların bazılarını ziyaret ettim.
Durumu onlara olduğu gibi anlattım.
Kars’ta olduğum süre içerisinde yanlızca Taner beni telefonla iki kere arayıp, hangi otelde kaldığımı öğrenmek istemişti.
Zaten arama amacı yalnızca otelin adını öğrenmekti…

Toplam birkaç gün Kars’ta kaldıktan sonra İstanbul’a döndüm.
Daha sonra Bursa ve Ankara’da ki bazı akrabaları, ziyaret edip,
onlara da olayları olduğu gibi anlattım ve Almanya’ya geri döndüm.

Bu konuyu bilen veya duyan şahısların bazıları babama, bazıları Lebise’ye, bazıları da Tansel’e telefon açıp, konuyu birde onlardan duymak ve dinlemek istemişlerdi. Bu şahıslara söyledikleri de özet olarak;

Efsal “Ben bilmem, benim aklım felan kalmamıştır”
Lebise “Ne zaman geldi de eve almadık. Öyle yalanlar uydurmasın” Tansel “Gevelemiş durmuş. Tansel işte”

Ben habersizce gelmiş, otelin birinde kalmış ve gitmişim.
Geldiğimden haberleri dahi yokmuş.
Sonra da beni eve almadılar diye sağda solda iftiralar uydurmuşum.

Bende madem öyle tekrar Kars’a gideyim dedim.
Bakalım bu sefer eve alacaklar mı?

Bu arada Tevhiddin bana telefon açıp, bazı meçhul şahıslar tarafından birkaç
kere telefonda tehdit veya rahatsız edildiğini ve böyle bir şeyin Tansel tarafından
yaptırılmış olacağından şüphelendiğini söyledi. Çok telaşlı ve endişeli idi.

Namusuna ve şerefine öyle değilmiydi Tevhiddin Ayar..?

Bu konuyu da Tansel’in gözlerinin içine bakarak konuşmak için 2 Aralık 1999 da
İstanbul’a, ertesi günde Kars’a gittim.
Kars’ta kilere geleceğimi de önceden söyledim.
Hiç beklemediğim halde Altun Gümüş, Taner ve Tansel hava alanına gelmişlerdi.
Şaşırmadım da değil…
Birlikte eve gittik. Taner dükkana gitti.
Hoş geldin, hoş bulduk vs vs konuşulduktan sonra, bir soru sormak istediğimi,
soracağım soru’nun yalnızca bir soru olduğunu, eğer böyle bir şey yoksa “hayır”
cevabının yeterli olacağını, kesinlikle bir idda olmadığını da özellikle birkaç kere tekrarladım. Ve aynen şu şekilde sorumu sordum.

“Tansel sen Tevhiddin’i başka şahıslar ( Mafya ) aracılığı ile tehdit ettirdin mi, ettirmedin mi”

Sormaz olsaydım. Koptu evde bir kıyamet.
Babam ağlamaya başladı.
Lebise ve Sevinç ise “Tevhiddin iftira ediyor” diye bağırıp durdular.
Zaten Lebise’nin bağrıltısı 10 kişiye bedel. Bitmek tükenmek bilmiyor ki.
Tabii ki böyle bir meseleden babamın, Hacı Lebise’nin ve Sevinç’in haberlerinin
olmaması normal. Bilse bilse belki Taner Havadar bir şeyler biliyordur.
Ama belki diyorum, idda etmiyorum.
Gerek bu konuda, gerekse başka konularda Taner’in bildiklerini söyleyebilecek
kadar şahsiyet sahibi olup olmadığını da zaten zaman gösterecek.

Ayrıca Sevinç, sana da şu kadarını söyleyeyim;
Derlerya “At sahibine göre kişnermiş”…
Sende Lebise’den az değilsin.

Her ne ise, biraz susmalarını bekledim ve Tansel’e aynı soruyu tekrar sordum.

İşte Tansel’in cevap olarak bana söyledikleri;
– Ben Tansel Arslanoğlu isem yalan söylemem
– Ben bak erkekçe söylüyorum
– Ben Erzurum mafyası ile birlikte çalışıyorum
– Sen buraları bilmezsin, burada bu işler böyle
– Ben Tevhiddin’i tehdit ettirmedim demiyorum
– Ama ettirdim de demiyorum
– Ettirmemiş olsam bile, ettirmeyeceğim de demiyorum
– Ettirmiş olsam da zaten bunu bana kimse ispat edemez
– Bak ben bunları ne güzel erkekçe açık açık söylüyorum

Bana kısaca ve açıkça evet veya hayır olarak cevap vermesini söyledim.
Ama Tansel işte, bana yine aynı söylediklerini tekrarladı.
“Tansel yaptın mı” diye sorduğumda, “yaptım demiyorum”
” Peki yapmadın mı” diye sorduğumda da “yapmadım da demiyorum”
deyip durdu. Aynı soruyu defalarca sormanın bir manası kalmamıştı.

Evde kalıp, kalamama meselesine gelince de aynen şunları söyledim;

Eğer istiyorsanız geçmişte olanları, söylenenleri, başkalarının söylediklerini
kesinlikle karıştırmadan, her şeye yeniden başlaya biliriz.
Kendi adıma buna hazır ve razı olduğumu, yalnızca annemin ve babamın bana
“evladım tabii ki kalabilirsin, burası senin de evin”
demelerinin yeterli olacağını söyledim.

Lebise açtı ağzını. Bir Nefise’ye, beş Tevhiddin’e verdi veriştirdi.
Tevhiddin ve Nefise hakkında neler biliyormuş, neler.
Bu bildiklerini bir söyleyecek olsaymış, neler olurmuş neler…
Sakin ve sessizce susmasını bekledim. Aynı öneriyi tekrarladım.
Ayrıca Tevhiddin ve Nefise olayların bu seviyeye gelmesinde suçlu olsalar dahi,
sonuçta sorunun benim evde kalıp kalamamam olduğunu ve bana
“evladım tabii ki kalabilirsin, burası senin de evin”
dedikleri taktirde artık bu konuyu tamamı ile kapatacağımı tekrar önerdim.

Lebise tekrar bağırarak Tevhiddin ve Nefise hakkında bir sürü anlattı durdu.
Ben yine susmasını hemde çok sakin ve sessiz bir vaziyette dinledim.
Yine aynı öneriyi tekrarladım. Soruma cevap vermesini rica ettim.
Ve sonunda aynen şunları söyledi

– Ben senin ne annenim, nede birşey
– Ben de burada bir misafir
– Aha baban aha sen, ne yaparsanız yapın. Beni ne ilgilendirir.

Babama fikrini sordum. Cevap yok…
Yanlızca ağlıyor, bir Lebise’ye bir Tansel’e bakıyordu.

Bu esnada Sevinç saçma sapan ve bardağı taşırabilecek şeyler söylemeye başladı.
Örneğin;
– O kim oluyor ki, onu ne ilgilendirir
– O evet dese bile, ben hayır diyorum
– Burası benim evim, ben istemiyorum
Altun amca kritik durumu hemen fark edip, Sevinç’e susmasını ve karışmamasını
ikaz etti.
Tansel’e de sordum.. o da yalnızca;
– ben
– yani
– şimdi
– ama kelimelerini tekrarladı durdu. Tansel işte…

Madem kimse bana “burası senin de evin” demiyor, o zaman ben gideyim dedim.
Babam nereye gideceğimi sordu.
Ben de elbet kalabilecek bir yer bulurum dedim. Ve gitmek için kalktım.
Daha bir kaç adım atmadan babam arkamdan koşup, beni tuttu ve bırakmak istemedi.
Ben sakin olmasını, beni tutmasına gerek olmadığını söyledim.
Tekrar odaya gidip oturdum. Aynı öneriyi birkaç kere daha tekrarladım.
Ama verilen cevaplar yine aynı cevaplardı. Bende tekrar kalktım.
Babam ceketimin koludan tutarak bırakmamak istemesine rağmen,
çıktım gittim.
O gece Gülsen ve Yüksel Güler’in yanlarında kaldım.
Ertesi gün Allah’a ısmarladık için önce Altun amcanın evine gittim.
Altun amca bana;
– Babamın evde zor durumda olduğunu
– Babamın çok çaresiz olduğunu
– Babamın benimle görüşmek istediğini ama evdekilerden çekindiğini
– Babamın bunları bana söyleyemediğini
– Babamın benimle İstanbul’da görüşmek istediğini söyledi.

Evden şehire doğru birlikte yürüdük.
Nurten’lerin evlerinin önüne kadar beraber geldik.
Ben önce Nurten’e daha sonra da Lebise’ye Allah’a ısmarladık demek için Altun amcadan ayrıldım.

Hatta Sıdıka Ertaş’ta Lebise’nin yanında idi. Evde, Sıdıka yengenin yanında da
Lebise bana aynen şunları söyledi.
– bak oğlum, istediğin zaman böyle güzel güzel gel
– istediğin kadar kal
– sen ne zaman geldin de, sana biz gelme dedik
– sen de benim evladım, burası da senin evin.

Yalnızca Allah’a ısmarladık deyip, oradan dükkana gittim.
Babam dükkan da yoktu. Dükkana girdiğimde Tansel telefonla Lebise ile konuşuyordu.
Lebise’ye
– akşama kadar babamın evden siktir olup gitmesini
– nereye giderse gitsin, kendisini ilgilendirmediğini
söylediğine kulaklarımla şahit oldum.

Uçağın kalkmasına çok az zaman kalmıştı. Tansel’e de Allah’a ısmarladık deyip
8.Aralık.1999 da Kars’tan ayrıldım.

İstanbul’da hava alanından çıkar çıkmaz Altun amcaya telefon açtım.
Bana anlattıkları;
Ben gittikten sonra, Altun amca ile babam birlikte dükkana gitmişler.
Tansel gerek Altun amcaya, gerekse babama
– Siktir olun, gidin,
– bir dahada buraya gelmeyin
demiş.
Ve babamı iteleyerek dükkandan dışarıya atmış.
Babamda yere düşmüş ve kalkamamış.
Altun amca babamı yerde bırakıp bir taksi çağırmaya gitmiş.
Önce hastahaneye gitmek istemişler.
Daha sonra babam eve götürülmesini ve doktorun eve gelmesini istemiş.

Kars’a telefon açıp, ne olduğunu öğrenmek istedim.
Dükkana telefon açtığımda Tansel;
– Baba burada yok, nerede olduğunu bilmiyorum
Eve telefon açtığımda da Lebise;
– Baban burada yok, nerede olduğunu bilmiyorum
dediler.
Belki altı, belki yedi kere daha aradım.
Her açtığımda başka bir bahane, başka bir yalan..
Son açtığımda da Lebise bana çok kızıp bağırdı.
– Neden bizi rahatsız ediyorsun
– Babanla konuşmak istiyorsan, babana aç
– Bir daha eve telefon açma
– Açarsan gidip seni polise şikayet edeceğim
vs, vs konuştu durdu.

Bende;
– Köpeklik yapma, babama telefonu ver dedim.
Ayrıca bu cümleden dolayı ben kendi adıma tüm köpeklerden özür diliyorum.

Sonra babam telefona geldi.
Nasıl olduğunu ne zaman İstanbul’a geleceğini sordum.
bu seferde bana özet olarak;
– Hasta olduğunu
– İstanbul’a neden geleceğini
– Altun amcaya böyle birşey söylemediğini
– Tevhiddin şöyle, Tevhiddin böyle
deyip durdu…

Tekrar Altun amca ile görüştüm. Ama onunda yapabileceği bir şey yoktu.
16 Aralık 1999 da Almanya’ya geri döndüm.